29 Aralık 2013 Pazar

Şu an dünyada Mehdiyeti örtmek için çok büyük gayret sarfediliyor


Kuran’ın Hükmü Nurdur, Modernliktir, Güzelliktir

Kuran, Allah’ın tüm alemlere öğüt olarak indirdiği ve hükmü kıyamete kadar geçerli olan, eşsiz hikmet yüklü kitabıdır.
İnsanların sonsuz yaşamları için neler yapmaları gerektiğini Allah Kuran’da bildirmiş ve kullarına doğru yolu göstermiştir. Allah’ın Kuran’da, “Ve şüphesiz o (Kuran), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız” (Zuhruf Suresi, 44) ayetinde bildirdiği gibi insanlar ahirette Kuran’da yazılı olanlardan sorguya çekileceklerdir.
Kuran, içerdiği üstün hikmet, geçmişten ve gelecekten verdiği gerçek bilgiler, gafleti yok edici, insanlardaki alışkanlık perdesini kaldıran muhteşem üslubu ile benzersiz bir Kitap’tır. Ve Kuran’ın bu etkisi vahyedildiği günden kıyamete kadar yaratılmış ve yaratılacak olan tüm insanlar için geçerlidir.
Kuran, Her Yaştan ve Her Kültürden İnsanın  Anlayabileceği, Apaçık Bir Öğüttür
Günümüzde insanların bir bölümü Kuran ayetlerinde bildirilen gerçeklerden, ahiret hayatının varlığından, sonsuz cehennem azabından, eşsiz cennet nimetlerinden ve Rabbimiz’in bildirdiği çok önemli bilgilerden ve tavsiyelerden habersiz bir hayat sürmektedirler. Oysa Kuran, insanların okumaları, içindeki hikmetleri ve hayatın asıl amacını öğrenmeleri için indirilmiştir. Kuran’da Peygamberimiz (s.a.v.)’e, “Ve Kuran’ı okumakla da (emrolundum).” (Neml Suresi, 92) demesi bildirilmiştir.
Kuran’ı okumak ve her zaman Kuran’a uymak, bir Müslümanın en önemli sorumluluklarından biridir. Kuran’ı kavratmak Yüce Allah’ın elindedir ve samimiyetle okuyan kişiler Kuran ayetlerini anlayabilirler. Allah ayetlerinin son derece açık ve anlaşılır olduğunu Kuran’ın pek çok yerinde belirtmektedir:
“Andolsun Biz sana apaçık ayetler indirdik. Bunları fasıklardan başkası inkar etmez.” (Bakara Suresi, 99)
“Ey insanlar Rabbiniz’den size ‘kesin bir kanıt (burhan)’ geldi ve size apaçık bir nur (Kuran) indirdik.” (Nisa Suresi, 174)
Allah’ın insanlar için seçip beğendiği Kuran çok açık ve anlaşılır olmasının yanı sıra, Kuran ayetlerindeki hüküm ve uygulamalar da son derece kolaydır. Allah ayetlerde Kuran için şöyle buyurmaktadır:
Biz sana bu Kuran’ı güçlük çekmen için indirmedik. ‘İçi titreyerek korku duyanlara’ ancak öğütle-hatırlatma (olsun diye indirdik). (Taha Suresi, 2-3)
kuran%C3%84%C2%B1nhukmu1Kuran Ahlakı İnsanın Fıtratına Uygun Olan Yaşam Şeklidir
İnsanı yoktan var eden Allah, onun nelere ihtiyaç duyacağını, hangi ibadetleri uygulamaya güç yetirebileceğini, nasıl sağlıklı, huzurlu ve mutlu olacağını en iyi bilendir. Bu nedenle Allah bir ayetinde hiç kimseye gücünün üzerinde bir sorumluluk verilmeyeceğini bildirmektedir:
“Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. (Kişinin nefsinin) Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir. “Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kafirler topluluğuna karşı bize yardım et.”” (Bakara Suresi, 286)
Allah, sonsuz merhameti ve şefkati ile insanların en rahat edecekleri, en huzurlu ve en güzel hayat biçimini Kuran’da bütün detayları ile tarif etmiştir. Örneğin insan, yaratılışı gereği sevgiden, saygıdan, şefkat ve merhametten hoşlanır. Hep kendisine bu şekilde davranılmasını ister. Zulümden, ahlaksızlıklardan, kötülüklerden sakınır ve bunlara maruz kalmak istemez ve ruhunda böyle bir his duyması Allah’ın dilemesi ile olur.
Allah insanları bu fıtrat üzerinde yaratmıştır. Dolayısıyla İslam ahlakına uygun bir yaşam insanın her yönüyle zevk alacağı, hoşnut olacağı bir yaşamdır. Allah bu gerçeği Rum Suresi’nde şöyle bildirir:
“Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.” (Rum Suresi, 30)
Kuran’da tarif edilen dinin insan için her açıdan son derece kolay olduğu diğer bazı ayetlerde şöyle bildirilmektedir:
... Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez... (Bakara Suresi,185)
Kim iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanını söyleyeceğiz. (Kehf Suresi, 88)
Andolsun Biz Kuran’ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık... (Kamer Suresi, 17)
... O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim’in dini(nde olduğu gibi)... (Hac Suresi, 78)
kuran%C3%84%C2%B1nhukmu2Salih Müminlerin Üstün Özelliklerinden Bazıları
Peygamberlerin ahlakını kendilerine örnek alan, sadece Allah’ın rızasını hedefleyen salih Müslüman topluluğun özellikleri Kuran ayetlerinde tüm detayları ile anlatılmıştır. Salih müminlerin bazı özellikleri şöyledir:
 Yalnızca Allah’a kulluk ederler (Fatiha Suresi, 4)
 Allah’ı herşeyden çok, gönülden ve derinden severler (Bakara Suresi, 165)
 Allah’a teslim olmuşlardır (Tevbe Suresi, 51)
 Allah’a karşı aciz olduklarının farkındadırlar (Cin Suresi, 22)
 Allah’tan korkarlar, O’nun beğenmeyeceği bir ahlak içerisinde bulunmaktan şiddetle sakınırlar (Rad Suresi, 21)
 Her şart ve durumda Allah’a şükredici olurlar (Bakara Suresi, 172)
 Anlayışlı, sevecen ve bağışlayıcıdırlar (Hicr Suresi, 85)
 Tevazu sahibidirler (Furkan Suresi, 63)
 Merhametli ve yumuşak huyludurlar (Tevbe Suresi, 128)
 İyiliği anlatmaya ve kötülükten sakındırmaya çalışırlar (Al-i İmran Suresi, 104)
 Birlik ve beraberlik ruhu içerisinde olurlar (Saf Suresi, 4)
 Suçlulara asla arka çıkmaz, daima hakkı ve adaleti savunurlar (Nisa Suresi, 105, Nisa Suresi, 58)
 Kimsenin hakkını yemezler (Şuara Suresi, 184)
 Sözlerine sadıktırlar (Bakara Suresi, 177)
 Boş şeylerden daima yüz çevirir, daima fayda getirici bir yol üzerinde olurlar (Furkan Suresi, 72)
 Sabırlıdırlar, zorluklardan asla yılmazlar (Al-i İmran Suresi, 146, Hud Suresi, 55)
 Güvenilir ve cesurdurlar (Yunus Suresi, 71)
 Dinlerine bağlıdırlar (Araf Suresi, 89)
 Fikirlerini zorla kabul ettirmezler, karşılıklı konuşup anlatırlar (Nahl Suresi, 125)
 Yaptıkları işlerde bir menfaat gözetmezler (Şura Suresi, 23)
 Hakkı söylemekten çekinmezler (Maide Suresi, 54)
  •  Sanat ve estetikten zevk alırlar
  • Taassuba ve bağnazlığa karşıdırlar.
kuranhukmu3Kuran’a Uyan Müslümanlar Bulundukları Ortamın En Modern İnsanlarıdır
Yüce Rabbimiz Allah Kuran’da her şeyi en güzel ve en hikmetli şekilde açıklamış, Kuran ile insanlara en doğru yolu göstermiştir. Kuran’a uyan kişiler, dünyanın en akılcı düşünen, her olayda en güzel kararı alan, en güzel davranışı sergileyen, dünyanın en kaliteli, en seçkin, en akıllı, en dengeli, en tutarlı insanlarıdır. Öte yandan Müslümanlar çok güzel huylu, sevecen, merhametli, kendisine ve etrafına zarar vermeyen, bilakis kendisine ve etrafına fayda sunan insanlardır.
Ancak bazı insanlar, Allah ve din karşıtı bazı kesimlerin de etkisinde kalarak Müslümanlar hakkında tamamen yanlış bir kanaat geliştirmekte, onların modernlikten ve akılcılıktan uzak olduğunu iddia edebilmektedirler. Elbette söz konusu kişilerin bu yanlış kanaati edinmelerinde, kendilerini Müslüman olarak lanse eden, ancak Allah’ın Kuran’da emrettiği güzel ahlaktan son derece uzak bir hayat yaşayan bazı insanların da etkisi bulunmaktadır.
Ne var ki Kuran’da emredilen güzel ahlak özelliklerini üzerinde barındıran her Müslüman yalnızca modern değil, modern üstü modern ve son derece akılcı bir insandır. Gerek görünümündeki vakur tavır gerekse davranışlarındaki asalet onu içinde yaşadığı asrın modernliğinin ve akılcılığının ilerisine taşımaktadır. Bu konudaki en güzel örnek hiç kuşkusuz ki Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’dir. Mübarek Efendimiz (sav) ünümüze gelmiş olsa, bu yüzyılın en modern insanı olduğu derhal fark edilirdi.  Hatta gelecek yüzyılların dahi en modern insanı olurdu.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Kuran’da bildirilen hikmetlerin, nur olduğunu söylemiştir:
Bin üç yüz elli senedir Kuran-ı Hakim, bütün gerçeklerini kainat çarşısında açıp sergilediği halde; herkes, her millet, her memleket onun cevherlerinden, gerçeklerinden almıştır ve alıyorlar. Halbuki ne o alışkanlık, ne o bolluk, ne zaman aşımı, ne o büyük değişiklikler; onun kıymetdar gerçeklerine, onun güzel üslûplarına zarar verememiş, ihtiyarlatmamış, kurutmamış, kıymetten düşürmemiş, güzelliğini söndürmemiştir. Bu durum tek başına bir mucizedir. (Sözler, s. 433)
Bediüzzaman, Kuran’ın benzersiz bir Kitap olduğunu ve başka hiçbir kaynağın Kuran’ın yerini alamayacağını da şöyle ifade etmiştir:
Çünkü bu hakikat noktasında katiyyen Kuran’ın misli yoktur ve olamaz ve hiçbir şey bu mucize-i ekberin (büyük mucizenin) yerini tutamaz. (İman ve Küfür Muvazeneleri, s. 67-68)
.. O üslub herkesin hoşuna gittiği halde kimse taklit edemiyor. Geçen zaman o üslubu ihtiyarlatmıyor, daima genç ve tazedir. Öyle muntazam bir nesir (manzum olmayan söz ve yazı) ve mensur (nesir halindeki yazı) nazımdır (sıra, tertip; kafiyeli, vezinli, söz) ki; hem yüce, hem tatlıdır. Hem kahinler ve gaybdan haber verenler tabakasına karşı, gelecekten verdiği haberlerle mucizevi yönünü gösterir. Ve ehl-i tarih ve insanlık tarihi alimler tabakasına karşı, Kuran’daki haberler ve geçmişteki ümmetlerin ilerideki durum ve olayları ve kabir ve ahirete dair mucizeliğini gösterir. Ve sosyoloji alimleri ve ehl-i siyaset tabakasına karşı, Kuran’ın mukaddes kuralları az sözle çok şey anlatır. Evet o Kuran’dan çıkan en büyük nur, o az sözle çok şey anlatmanın sırrı. Çok manaya gelen kısa cümlenin hali gösterir. Hem İlahi ilim ve gerçeklerin oluşmasında meşgul olan tabakaya karşı, Kuran’daki İlahi kutsal gerçeklerdeki sanatı gösterir veya sanatın vücudunu hissettirir. Ve ehl-i tarîkat ve velilere karşı, Kuran bir deniz gibi daima dalgalanan ayetlerinin esrarındaki mucizesini gösterir ve bunun gibi... Kırk tabakadan her tabakaya karşı bir pencere açar, i’cazını gösterir. Hattâ yalnız kulağı bulunan ve bir derece mana anlayan avam tabakasına karşı, Kuran’ın okunmasıyla başka kitaplara benzemediğini, kulak sahibi tasdik eder. (Mektubat, s. 181)
2013-12-17 21:26:27

kuran mucizeleri -48- güneş ve ayın farkı


28 Aralık 2013 Cumartesi

MOLLA'NIN İDAMI VE ALINACAK DERSLER

Dünyada İslam karşıtlığına yol açan gerçek İslam değil bağnazlıktır
Bugün tüm dünyada ‘İslamofobi’ adı altında yaşanan korku, aslında gerçek İslam dinine karşı değil, bağnazlığa karşı duyulan korkudur. Aynı korku Müslüman ülkelerin kendi içindeki, farklı görüşler arasında da yaşanmaktadır. Müslüman yönetimler dahi, kendi halkları içerisinde radikal grupların gelişmesine karşı ciddi bir teyakkuz ve temkin ile yaklaşmaktadırlar. Bu nedenle de, böyle bir ihtimal dahi söz konusu olduğunda, durumu baskı ve şiddet ve zor kullanarak kontrol altına almaya çalışmaktadırlar.
Bangladeş’te yaşananlar Müslümanların Kuran ahlakını tam olarak yaşamamasının sonucudur
İşte bugün Bangladeş’te Cemaat-i İslami liderlerinden Abdul Kadir Molla’nın ömür boyu hapis yerine, idam cezasıyla karşılık görmesi de, yine bu radikal gruplara ve bağnazlığa karşı duyulan tedirginliğin bir sonucudur. Dolayısıyla İslam’ı doğru algılayan samimi Müslümanlar, hem dünyaya hem de kendi coğrafyalarındaki halklarına İslam’ın gerçek yüzünü biran önce tanıtmakla sorumludurlar. Aksinde dünyanın bir çok ülkesinde, dindar kimselere yapılan bu gibi zulümlerin sayısı giderek artabilir.
Müslümanlar zorluklar karşısında birbirlerine destek olmalıdırlar
Vicdan ve Hamiyet-i İslamiye duyguları, inanan bir insanı, şahit olduğu bir zulüm karşısında  sessiz kalamayacağı şekilde harekete geçirir. Yaşanan zulüm ve haksızlığı durdurabilmek için elinden gelen her şeyi yapar. Sesini duyurabileceği her imkanı kullanır ve var gücüyle o mazlum insanlara destek olmaya, onlara yardım ulaştırmaya çalışır.
İşte bizler de Allah’tan korkan Müslümanlar olarak, bu yüzden Bangladeş’te Abdul Kadir Molla’ya karşı yapılan zulmü engellemeye ve oradaki mazlum Müslümanların sesini tüm dünyaya duyurmaya çalıştık. Gerek sosyal medyadan gerekse siyasi yollarla Türk milleti olarak, Bangladeş’teki yardıma muhtaç Müslümanların sesini duyurup, zulmü durdurmanın yollarını aradık.
“Müslüman, Müslümana zulmetmez ve onu tehlikede bırakmaz”
Peygamberimiz (sav) bir hadisinde, “Müslüman, Müslümana zulmetmez ve onu tehlikede bırakmaz” (Buhari, cilt 5, s. 2261) diye bildirmiştir.
Kuran’da ise, “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin...” (Hucurat Suresi, 10) buyrulmuştur. Bangladeş gibi Müslüman bir ülkede, inanan insanların Müslüman kardeşlerinin kanını dökmeleri, Kuran ahlakına göre asla kabul edilebilir değildir.
Müslümanlar hatalara karşı hoşgörülü, şefkatli ve affedicidirler
Ve Müslümanın en önemli özelliklerinden biri, insanlara karşı affedici, şefkatli ve merhametli bir tavır içerisinde olmasıdır. Her insan hata yapabilir. Önemli olan bu hataları tekrarlamamak ve bunlardan yola çıkarak iyi ve güzel olana ulaşabilmektir. Bangladeş halkı da, geçmiş yıllarda yaşanan olayların değerlendirmesini yaparken, intikam alma gözüyle değil, hoşgörüyle bakarak merhamet ve affediciliği esas alarak hareket etmelidir. Allah Kuran’da, hatalar karşısında “affetmenin her zaman daha hayırlı olduğunu” bildirmiştir. Bu nedenle Bangladeş hükümeti de, ülkesindeki yargılamalarda ve ceza kararlarında da, Kuran’da bildirilen bu üstün ahlak anlayışını unutmamalıdır.
Allah, Müslümanların zorlukları birlik olarak yenebileceklerini bildirmiştir
Sadece Bangladeş halkının kendi içinde muhalefeti bırakıp kardeşçe yaşaması değil, dünyadaki tüm Müslümanların Allah'ın bildirdiği bu farzı yerine getirip birlik olmaları gerekir. Çünkü Rabbimiz, “Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, BİRLİK OLUP KARŞI KOYANLARDIR.” (Şura Suresi, 39) ve “Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, SANKİ BİRBİRLERİNE KENETLENMİŞ BİR BİNA GİBİ SAF BAĞLAYARAK MÜCADELE EDENLERİ sever.” (Saff Suresi, 4) diye bildirmiştir.
Ve Allah, “Eğer siz bunu yapmazsanız (BİRBİRİNİZE YARDIM ETMEZ VE DOST OLMAZSANIZ) yeryüzünde bir fitne ve BÜYÜK BİR BOZGUNCULUK (FESAT) OLUR." (Enfal Suresi, 73) sözleriyle, eğer Müslümanlar birlik olmaz, birbirlerini desteklemezlerse, o zaman dünyada zulmün, kargaşanın, acıların, savaşların, çatışmaların kan dökücülüğün hakim olacağını bildirmiştir. Allah'ın “...ÇEKİŞİP BİRBİRİNİZE DÜŞMEYİN, çözülüp YILGINLAŞIRSINIZ, GÜCÜNÜZ GİDER...” (Enfal Suresi, 46) ayetiyle hatırlattığı gibi, böyle bir durumda Müslümanların haksızlıklar karşısında güçsüz kalıp mağlup olacaklarını hatırlatmıştır.
Müslümanların güç birliği oluşturması çok kolaydır; zor görülmemelidir
Müslümanların dünyadaki haksızlıklara karşı güç birliği oluşturup birlik ruhu içerisinde, tek ses olarak hareket etmeleri aslında çok kolaydır. Pek çok Müslüman bunu gözünde büyütmekte, olası senaryolar üreterek böyle bir birliği zor görmektedir. Kolaylıkla aşılabilecek konular, büyük engeller gibi değerlendirilerek harekete geçilmemektedir. Küresel dengelerin, çıkar çatışmalarının, sosyal, siyasi, ekonomik ya da kültürel farklılıkların, böyle bir birliği olanaksız kılacağı düşünülmektedir. Oysa ki ortada ne zor ve ne de karmaşık olan hiçbir şey yoktur. Bu zaten, her vicdanın severek tasdik edeceği insani bir dayanışma birliğidir.
Müslümanlar arasındaki birlik ve dayanışma, dünyanın diğer ülkelerine de büyük konfor sağlayacaktır
Böyle bir birlik dünya üzerindeki her din, her inanç ve her düşünceden insanın da rahat yaşamasını sağlayacak büyük bir konfordur. Dünyanın çok geniş bir coğrafyasına yayılmış ve çok geniş bir nüfusa sahip olan Müslümanların sevgi ve kardeşlik ruhu içerisinde yaşamaları, dünyanın her yerine barış, huzur, adalet, hoşgörü, merhamet ve affediciliği hakim kılacaktır.
Bu yazının orjinali Malezya Islam Partisi’nin gazetesi olan Harakah Daily News’de yayınlanmıştır:
http://en.harakahdaily.net/index.php/berita-utama/world

kuran mucizeleri -47- geri döndüren gök


Adnan Oktar: Önemsiz şeyler için birbirimizi kırmayalım, olumlu konuşalım


Adnan Oktar: Önemsiz şeyler için birbirimizi kırmayalım, olumlu konuşalım


Adnan Oktar: Önemsiz şeyler için birbirimizi kırmayalım, olumlu konuşalım


27 Aralık 2013 Cuma

BEDİÜZZAMAN DİYOR Kİ : MEHDİ TALEBELERİ 2010 YILINDA KÜ


Düşünme zamanı...

Dünya çapında yapılan tüm protestolara rağmen Dakka, Abdulkadir Molla’yı idam etti. Molla’nın idamı İslamofobi’nin sadece batı dünyasına has bir durum olmadığını, Müslüman ülkelerde dahi görülebilen bir korku olduğunu bizlere gösterdi. Bu korkunun temel sebebi ise, İslamiyet’in Kuran’a dayalı uygulamaları değil  aksine radikal ve bağnaz eğilimlerin Kuran’dan uzak uygulamalarıdır.
Müslümanlar bile bu konuda bölünmüş görünüyor. İslam ülkelerindeki bir çok hükümet kendi topraklarındaki “radikal” gruplara karşı çok temkinli. Öyle ki, toplumlarının radikalleşmesinden korkan hükümetler bazen güç kullanmak zorunda kalıyorlar.
Cemaat-i İslami’nin lideri Molla’nın müebbet hapis yerine idam edilmesi de bir şekilde aynı kaygılara işaret ediyor. Bu durum karşısında, İslam’ın gerçek öğretilerini izleyen samimi, aydın Müslümanların hem dünyaya hem de kendi toplumlarına İslamiyetin gerçek yüzünü yansıtmaları tek çözümdür.
Bu yapılmazsa, dünyanın bir çok ülkesinde Müslümanlara karşı yürütülen bu tür zulüm uygulamalarının sayısı giderek artacaktır.  
Gerçek bir inanan hiçbir zaman adaletsizlik ve zulüm karşısında sessiz kalamaz. Vicdan ve Hamiyet-i İslamiye duyguları, inanan bir insanı, şahit olduğu bir zulüm karşısında hemen harekete geçirir. Yaşanan zulüm ve haksızlığı durdurabilmek için samimi bir Müslüman elinden gelen her şeyi yapar. Sesini duyurabileceği her imkanı kullanır ve var gücüyle o mazlum insanlara destek olmaya, onlara yardım ulaştırmaya çalışır. İşte bizler de bu şuur içerisinde Abdul Kadir Molla’nın idam edilmesine var gücümüzle karşı çıktık ve dünya çapında Müslümanların genel hissiyatlarını seslendirmeye çalıştık. 
Gerek sosyal medyada, gerekse siyasi yollarla Müslüman Türk milleti olarak, Bangladeş’teki Müslümanların sesini duyurup, bu zulmü durdurmanın yollarını aradık. İslam, Müslümanların zorluklar karşısında birbirlerine yardımcı olmalarını emreder ve birbirlerine zulmetmelerine izin vermez.
Bangladeş’te olup bitenler İslam’ın gerçek öğretileriyle tam bir tezat içindedir. Müslümanın en önemli özelliklerinden biri, insanlara karşı affedici, şefkatli ve merhametli bir tavır içerisinde olmaktır.  
Bu vicdanları sızlatan vahim olaydan sonra Müslüman dünyasının yapacağı şey olanlardan ders çıkarıp böylesi hataları tekrar etmemek olmalıdır. Bangladeş halkı da geçmiş yıllarda yaşanan olayların değerlendirmesini yaparken, intikam hissiyle değil,  hoşgörü,  merhamet ve affediciliği esas alarak hareket etmelidir. Allah Kuran’da, hatalar karşısında “affetmenin her zaman daha hayırlı olduğunu” bildirmiştir. Bu nedenle Bangladeş hükümeti de, ülkesindeki yargılamalarda ve ceza kararlarında  Kuran’da bildirilen bu üstün ahlak anlayışını unutmamalıdır.
Dünyadaki tüm Müslümanların kendi aralarındaki küçük farklılıkları bir kenara bırakmaları ve Allah ve Peygamberi (sav) tarafından emredildiği şekilde birlik olmaları gerekir.
İslam, Müslümanlar arasında birliğin kesin gerekliliğini savunur ve bu birlik olmaksızın Müslümanların zayıf düşecekleri ve karşılaşabilecekleri tüm cephelerde yenilecekleri konusunda uyarır.
Müslümanların dünyadaki haksızlıklara karşı güç birliği oluşturup bu birlik ruhu içerisinde, tek ses olarak hareket etmeleri aslında çok kolaydır.  Ancak böyle bir birlik,  güçlü bir irade ve İslam’ın gerçek öğretilerini uygulama konusunda tutku derecesinde bir istek ve kararlılık gerektirir. 
Birçok Müslüman “düşünür”, mevcut global senaryo dahilinde bunun mümkün olmayacağını iddia ederek, böylesi bir birlik oluşturma fikrini reddetmektedir. Bu mantık  bir birlik oluşturmanın önündeki engellerin üstesinden gelmeye yardımcı olmadığı gibi tam aksine içinde bulunulan durumu daha da karmaşık hale getirecektir. Bu unsurlar küresel dengelerin, çıkar çatışmalarının, sosyopolitik, ekonomik ya da kültürel farklılıkların, böyle bir birliği olanaksız kılacağını düşünmektedir. Oysaki ortada ne zor  ne de karmaşık olan hiçbir şey yoktur.
Bir takım engeller olduğunu kabul etmek gerekir ancak bunlar Müslümanların bu yönde çaba harcamasına engel olmamalıdır. Müslümanlar arasındaki birlik ve dayanışma, dünyanın diğer ülkelerine de büyük bir konfor sağlayacaktır. Böyle bir birlik dünya üzerindeki her din, her inanç ve her düşünceden insanın da rahat yaşamasını olanaklı kılacaktır.

KURAN MUCİZELERİ -46- DAĞLARIN HAREKET ETMESİ


26 Aralık 2013 Perşembe

Türkiye’nin yolu daima demokrasidir

Gezi parkı olayları Türkiye için önemli bir dönüm noktası oldu. Gençliğin özellikle çevreci emellerle kendi isteklerini dile getirmeleri güzeldi. Fakat bundan faydalanmaya çalışanlar da oldu elbette. Komünist kalkışma girişimi için örgütlenen Marksist gruplar ve Ortadoğu’nun Arap baharı ruhundan etkilenen hükümet karşıtı sesler anarşi peşindelerdi. Bu kişilerin özlemi demokratik bir ülkede, demokrasi dışında yöntemlerle hükümeti devirmekti. Başarılı olamadılar. Ama o tarihten beri sesleri hiç kesilmedi.
Demokrasiler, muhalif seslerin de var olmasını gerektirir. Muhalif sesler demokrasilerin güçlenmesi ve gelişmesi için gereklidirler. Hükümetlerin de eleştirilmesi, protestolarla yüzleşmeleri gerekir. Bu, çok sesliliğin bir göstergesidir. Çok seslilik ise daima toplumlara fayda getirir. Bu açıdan bakıldığında Gezi parkı olaylarının hükümete fayda getirdiği gerçeği de yadsınamaz.
Fakat hükümetlere yönelik muhalif hareketler eğer kirli planlar, kanlı ihtilaller veya ürkütücü darbelerin özlemi içindelerse, kirli emellerini bir düşmanlık politikası ile yaygınlaştırılmayı hedefliyorlarsa daima başarısız olurlar. Türkiye, darbeler konusunda deneyimli, devlet içinde yapılanmış terör örgütleriyle yüzleşmiş ve 28 Şubat darbesinin hoş olmayan sonuçlarından demokratik hamlelerle kurtulmakta olan bir ülkedir. Geçmişteki hataların hiçbirine izin vermeyecektir.
Geçtiğimiz haftalarda bu düşmanlık politikası, Ak Parti hükümeti ile Fethullah Gülen Hocaefendi cemaatini karşı karşıya getirme çabalarıyla kendisini gösterdi. Dershanelerin kapatılması konusu gündeme oturunca, açtıkları dershaneler ile ülke çapında başarılı bir eğitim kampanyası yürüten Cemaat ile Ak Parti bir anda karşı karşıya geldi. Karşı karşıya getirildi demek çok daha doğru olacaktır, çünkü ne Sn. Fethullah Hocaefendi’nin mizacı böyle bir düşmanlık politikasına uygundur ne de Ak Parti’nin cemaate yönelik böyle bir yaklaşımı vardır. Ancak Gezi’den beri her türlü kargaşa ortamını provokatif eylemleri için fırsat bilen kişiler, bu konuyu kullanarak söz konusu eylemlerine devam ettiler. Aynı ideolojiyi ve davayı paylaşan Türkiye’nin iki önemli gücü, bu yöntemle birbirine düşürülmek istenmiş ve belli ki bu yolla iki tarafı da temelde ise Türkiye’yi güçsüzleştirmek hedeflenmişti.
Konunun alevlendiği sıralarda canlı yayınlarımda önemli bir çağrı yaptım: “İki tarafın barıştırılması lazım. Çünkü Müslümanlar kardeştir ve Allah Müslümanların arasının düzelmesini ister.” Buna iki tarafın da verdiği karşılık güzel ve olumluydu. Son olarak Sn. Fethullah Hocaefendi’nin “kendi iktidarımız ile aramızda düşmanlık olamaz” sözleri ile hava yumuşamaya başlamıştı. Tam da o sırada ise önemli bir yolsuzluk operasyonu Türkiye’ye damgasını vurdu.
Detayları bütün dünya basınında oldukça geniş yer bulan ve Türkiye’nin yüzleştiği en büyük operasyonlardan biri sayabileceğimiz bu olay, İstanbul Başsavcı Yardımcılığının talimatıyla başlatıldı ve bakan oğulları, bürokrat ve işadamları dahil 52 kişinin yolsuzluk iddiasıyla gözaltına alınmasıyla devam etti. Söz konusu operasyonun hemen akabinde yoğun olarak “cemaat yaptırdı” iddialarının konuşulması ise, kargaşa ortamlarını kullanmak isteyenlerin düşmanlık politikasının bir başka tezahürüydü. Aynı gece canlı yayın sırasında yine oldukça net bir açıklama yaptım: “Bu operasyonun Fethullah Gülen cemaati ile hiçbir ilgisi yoktur!” Nitekim cemaat sözcüsünden ertesi gün gelen açıklama ile bu sözlerim onaylanmıştı. Birinci ağızdan gelen bu açıklama, düşmanlık provokatörlerinin de planlarını bozmuştu elbette.
11 yıldır Türkiye’yi derin çetelerden ve askeri vesayetten kurtaran, darbe planlarını engelleyen, Türkiye’nin ekonomik ve politik konumunu güçlendiren başarılı Ak Parti hükümeti için bu önemli operasyonu ise şöyle değerlendirebiliriz:
·         Uluslararası hukukta geçerli olan masumiyet karinesi, yargı karar verene kadar kişilerin masumiyetini esas alır. Dolayısıyla henüz ortada bir suçlu yoktur. Peşin hükümle yorum yapanlar, demokratik bir hukuk devletine yakışmayan tavır sergilemektedirler.
·         Uluslararası kanunda önemli bir diğer ilke suçun şahsiliği ilkesidir. Suçu kimin işlediği önemlidir. Suçu işleyen kişi nedeniyle suçlunun ailesi veya onun bağlı olduğu hükümetin sorumlu tutulması hukuken mümkün değildir.
·         Türk hükümet sözcüsü Arınç, karalama propagandalarını ciddi şekilde eleştirirken “yolsuzluk söz konusu olduğu bir yerde hükümetimizin yolsuzluktan yana tavır almasını hiç kimse beklemesin” ifadelerini kullanmıştır. Bu son derece doğru bir yaklaşımdır. Karalama gibi kirli yöntemlere asla itibar edilmemesi, yolsuzluk varsa üzerine gidilmesi iktidarı zayıflatmaz, aksine güçlendirir.
·         Söz konusu operasyon, Gezi olaylarından beri hem Türkiye hem de dünya basınında bazı art niyetli kişilerin Başbakan Erdoğan’a yönelik “diktatör” benzetmelerine önemli bir yanıt niteliğindedir. Büyük bir gizlilikle yürütülmüş, bakanların çocuklarının dahi gözaltına alındığı, bakanların konuşmalarının dinlenebildiği bir ülkede artık hiç kimsenin başbakana yönelik diktatörlük suçlamasını ağzına alabilecek bir durumu olamaz. Bu olay Türkiye’de demokrasinin nasıl güçlü bir şekilde işlediğinin çok önemli bir kanıtıdır.
Kargaşa ortamlarından faydalanmayı amaçlayan kişiler daima olur. Fakat Türkiye gibi oturmuş bir demokrasi ve iman gücü olan bir hukuk devletinde, işler daima adli ve hukuki yöntemlerle, hak ve hakkaniyetle çözülür. 2013 yılını hareketli geçiren Türkiye gibi önemli bir ülkenin, bu olayları da itidal ve sükûnetle değerlendirmesi hem Ortadoğu hem de tüm dünya için elzemdir. Eğer ortada bir suç tespiti varsa, suçlularının kanun yoluyla tespit edilmesi, başarılı devam eden ve pek çok konuda büyük adımlar atmış olan Türk hükümetinin gidişatını etkilemeyecektir. Bu konuyu bahane ederek demokrasi dışında bir iktidar değişimi hevesi güdenler ise daima başarısız olacaktır. Çünkü Türkiye ne kadar güçlü bir demokrasisi olduğunu bir kez daha göstermiştir.
Sayın Adnan Oktar'ın Arab News'de yayınlanan makalesi:

KURAN MUCİZELERİ -45- DEMİRDEKİ SIR


Allah Fethullah Gülen'in lanetini münafıklarının üzerine yönlendirsin


19 Aralık 2013 Perşembe

Adnan Oktar'dan yolsuzluk ve rüşvet operasyonu yorumu


Politika adına kardeşlik bağları kopmasın

Reelpolitik, ülke çıkarlarını esas olan bir stratejidir. Bir ülke sizin ülkenize yakınlaşıyorsa, bunun arka planında ülkenizden geçen doğalgaz boru hatlarının, ticaret yollarının, askeri anlaşmaların izlerini aramak lazım. Bu stratejide bir ülkeye sunulan imkanlar, gülen yüzler ve yapılan anlaşmalar çoğu zaman şüphelidir. Ülke istikrarını kaybettiğinde, çıkarlarını kaybedenler de birer birer uzaklaşır veya istikrarsız ülkeyi sömürmenin yollarını aramaya başlarlar.
Oysa tüm hak dinler şunu öğütler: Komşunu sevecek ve barıştırıcı olacaksın. İşte burada reelpolitik hesaplar olmaz artık. Siyasi manevralar, çıkar çatışmaları, politikanın gerçeklerine göre değerlendirmeler yapılmaz. Burada başka bir esas aranır: Kardeşlik esası. Duruma ve şarta göre yapılan politik manevralarla, sadece geçici başarılar kazanılır. Bunun sonucunda halkın az bir kısmı memnun, geri kalanı daima endişelidir. Politik manevralar sadece günü kurtarır, gelecekteki muhtemel felaketleri önleyemez. Ama kardeşlik, iyi günde de, kötü günde de kardeşin yanında olmayı gerektirir.
Türkiye işte bu yüzden Mısır hakkında çok konuştu. Orduyu politikada görmek istemedi Türk halkı, çünkü yıllarca bundan canı yanmıştı. Mısır, adeta Türklerin kendi vatanları gibiydi. Türk halkı ciddiye aldı Mısır’da olanları, çünkü Mısır Osmanlı’dan beri bizim kardeşimiz, bir parçamızdı.
Kimileri istemedi Türkiye’nin müdahilliğini. Mısır halkının sorunlarını Mısır kendisi çözer dediler. Olabilirdi elbette, ama olmadı. Kendi tarihimizde yaşadığımız pek çok şeyi Mısır yaşıyor şimdi. Bir dostun, bir kardeşin hakemliğine ihtiyacı var bu ülkenin. Mısır, reelpolitik çıkarlar için kendisine yaklaşan çok ülke görecektir. Ama Türkiye, Mısır’la her şeyden önce kardeştir.
Bir kısım keskin söylemler Mısır yönetimini tedirgin etti ve Mısır elçimizin ülkeden ihracı elbette tüm dünyada dikkat çekti. Yılların kadim dostu iki ülke arasında olmamalıydı bunlar. Elbette olmamalıydı, ama krizler geçicidir. Yapılması gereken ise vakit kaybetmemek ve sadece çözüme odaklanmaktır.
Türkiye, İslam kültürünün hakim olduğu Ortadoğu’da İslam’ın en büyük vasıflarından biri olan barıştırıcılık vasfını üstlenmek zorunda. Türkiye’nin bu vasıf ile devreye girmesine Mısır halkının %100’ünün ihtiyacı var, sadece %50’sinin değil. Dolayısıyla Türkiye, Mısır halkının tümünün mutlu olacağı bir politikanın peşine düşmeli ve tarafgir değil uzlaştırıcı vasfı ile devrede olmalı.
Uzlaştırabilmek için ülkenin iki farklı yarısının ne istediğini anlamak lazım. Mursi destekçilerinin nasıl demokrasinin bir parçası olmasını istiyorsak, aynı şekilde Mursi karşıtı olanların da ciddi bir radikalizm korkusu içinde olduklarını görmek gerekiyor. Radikalizm endişesi ise oldukça tahrip edicidir. Mısır halkının bir yıllık demokrasi deneyimini başarısız geçirmesinin en büyük sebebi buydu. Mursi idaresi çeşitli reformlar denedi ama beklenen şey köklü bir değişiklikti. Hurafelerle daima engellenmeye çalışılan, fakat gerçekte İslam dininin esasını teşkil eden “özgürlük”, Mısır halkını mutlu ederdi. Bir kesim, böyle bir dönüşümü istedi belki ama bir kısım hala geçmişin bağnaz zihniyetinin etkisindeydi. Bunu istemedi Mısır halkı, hala da istemiyor.
Bu tehditten kurtulmanın yolu ise baskı veya yasaklama olmamalı. Baskı ve yasaklamalar daima öfke artırıcıdır; çözüm değil nefret üretir. Çözümlerin daima tek yolu vardır: Eğitim!
Müslüman Kardeşler büyük ve köklü bir akım. Bu büyük hareketi baskılamaya çalışmak, halkın yarısının mutsuzluğu anlamına gelir. Ve Mısır yine aynı kavganın içine sürüklenir.
Bunun için doğru bir eğitim politikası gerekiyor. Bunun için hem demokrasi konusunda hem de modern ve özgürlükçü İslam anlayışında deneyimli bir kardeş ülkenin varlığı gerekiyor. Bunun için Türkiye’nin orada, hem eğitici hem de barıştırıcı olarak bulunması gerekiyor.
İslam’ın özgürlük ve demokrasi dini olduğunu; sanatı, bilimi, estetiği ve her türlü güzelliği teşvik ettiğini; kadını yüceltip ön plana çıkardığını ve gerçek İslam’daki çözümün kavga değil mutlaka ve daima barış olduğunu göstermeli Türkiye. Bunu iki tarafı barıştırarak yapmaya başlamalı. Türkiye mükemmel bir ülke değil; ama tarihi arabuluculuk rolü onu devreye girmeye zorunlu kılıyor. Mısır’da bir kardeş olarak bulunmalı Türkiye. Reelpolitik hesaplarla değil, Mısır’ın bir parçası olarak.
İstenmeyen bir politik hamle ile büyükelçimiz Mısır’ı terk etti. Ama kardeşlikler politik hamlelerle bozulmazlar. Geçmişte kardeşliği etkilemeyen böyle krizler, yine geçici olmaya mahkum. Ama elimizi çabuk tutmalıyız. Bunun için Türkiye’nin Mısır halkının tümünü kucaklayan bir hamlesi güzel ve yerinde olur.
Bu makalenin orjinal hali Arab News Gazetesi’nde aşağıdaki linkte yayınlanmıştır:

KURAN MUCİZELERİ -44- KURAN'DA KARADELİKLER


Adnan Oktar'dan yolsuzluk ve rüşvet operasyonu yorumu (+oynatma listesi)

7 Aralık 2013 Cumartesi

BEDİÜZZAMAN DİYOR Kİ : MEHDİ AHİRZAMANIN EN BÜYÜK FESADI ZAMANINDA GELECEK


BEDİÜZZAMAN DİYOR Kİ : MEHDİ, ŞAHIS OLARAK MÜNAFIKLIK AKIMINI DAĞITACAK


BEDİÜZZAMAN DİYOR Kİ : MEHDİ ZAT OLARAK BENDEN 1 ASIR SONRA GELECEK


BEDİÜZZAMAN DİYOR Kİ : MEHDİ 1981 - 1991 Lİ YILLARDA FAALİYET YAPACAK


BEDİÜZZAMAN DİYOR Kİ : MEHDİ DARWINİZM VE MATERYALİZMİ FİKREN YERLE BİR EDECEK


BEDİÜZZAMAN DİYOR Kİ : HZ. İSA ŞAHIS OLARAK GELİR VE DECCALİN SİSTEMİNİ FİKREN ÖLDÜRÜR


BEDİÜZZAMAN DİYOR Kİ : MEHDİ TALEBELERİ 2010 YILINDA FAALİYET YAPACAK


BEDİÜZZAMAN DİYOR Kİ : BEN SEYYİD DEĞİLİM AMA MEHDİ SEYYİD OLACAK


BEDİÜZZAMAN DİYOR Kİ : MEHDİ VE TALEBELERİ 1980 DEN İTİBAREN FAALİYETTE OLACAK



BEDİÜZZAMAN DİYOR Kİ : HZ. İSA ŞAHIS OLARAK DÜNYAYA G




Müminler Tahirdir

Elbiseni temizle, Pislikten kaçınıp-uzaklaş.” (Müddessir Suresi, 4- 5)
Düşüncelerinin ve kalplerinin temizliği kadar bedenlerinin, giysilerinin, yaşadıkları mekânların ve yedikleri yiyeceklerin temizliği de Müslümanların en belirgin özelliklerindendir. Bir Müslümanın saçı, eli, yüzü, kısacası tüm bedeni daima tertemizdir. Kıyafetleri her zaman temiz, bakımlı ve düzgündür. Çalıştığı veya yaşadığı mekânlar da Müslümanlara yakışır bir şekilde her zaman derli toplu, temiz, hoş kokulu, havadar ve ferahlık verici olur.
Muminler-tahir1
Temizlik Akıl ve Derin İman ile Bağlantılıdır
İnsan hayatındaki her güzel şey gibi, temizlik de ancak akıl ile kavranabilen ve akıl ile uygulanabilen bir nimettir. Bir insan ancak aklı, vicdanı ve dikkati doğrultusunda neyin temiz neyin ise kirli olduğunu fark edebilir. Aynı şekilde bir insanın kirlilikten rahatsızlık duyup duymaması da yine aklına ve vicdanına bağlıdır.
Dolayısıyla, derin düşünmeyen, aklını, vicdanını kullanmayan, dikkati kapalı bir insanın temiz kabul ettiği bir şey, akıllı, vicdanlı ve dikkatli bir insan için aslında çok kirli ve rahatsız edici olabilir. Bu da insanların temizlik olarak bildikleri pek çok bilginin aslında yetersiz olabileceğini; ‘akıl ve vicdan kullanıldığında çok daha derin ve detaylı bir temizlik anlayışının elde edilebileceğini’ göstermektedir.
Gizli Kirlilik Temizlikteki En Önemli Detaydır
Temizlik konusunda bilinmeyen pek çok temel bakış açısı da vardır. Bunlardan biri, ‘bir gizli bir de açık kirlilik şeklinde, iki türlü kirlenme olması’dır. Örneğin yere bir çöp döküldüğünde bunun kirli olduğunu ve temizlenmesi gerektiğini elbette hemen herkes bilir. Ancak bazı kirler de vardır ki, görünüşte bunları belli edecek bir alamet yoktur. Ancak belki de bu temiz sanılan yerler, görünen bir kirden çok daha kirlidir. İşte akıllı, vicdanlı ve dikkatli bir insan bu görünmeyen kirlerin de şuurunda olan, bunlardan da rahatsızlık duyan ve bunlara karşı ciddi tedbirler alan insanlardır.
Temizlikte insanların ölçü kabul etmeleri gereken bu temel bakış açılarından bir diğeri ise ‘hijyen’dir. Örneğin bir evin sokak kapısı tozlu ya da çamurlu olmayabilir. Ve bakıldığında çok temiz, cilalı ve parlak görünebilir. Oysa ki her gün sokakta, birbirinden farklı temizlik anlayışlarına sahip olan binlerce insanın yaşadığı yerlerde vakit geçirdikten sonra ellenen sokak kapısı görünmeyen pek çok kir içermektedir. Sokak kirinin taşındığı böyle bir yer ellendikten sonra, bu kiri evin temiz yerlerine; koltuklara, perdelere, evin iç kapılarına taşımak son derece yanlıştır.
Bir de ‘detay temizlik’ olarak adlandırılabilinecek bir temizlik anlayışı daha vardır. Kimi insanlar detaydaki kirliliğe o kadar önem vermezler. Ancak detay ile kasıt, sadece kıyıda köşede kalmış bir yerin tozlarını da almayı unutmamak anlamında değildir. İnsanların düşünmedikleri takdirde akıllarına gelmeyebilecek bazı konularda daha ciddi önlemler almak gerekebileceğidir.
Kimi insanların temizlik konusunda yaygın olarak bilmedikleri konulardan biri de ‘zincirleme olarak oluşan kirlilik’tir. Bir insanın, kirli bir yeri ellediğinde, bu kiri bir başka yere daha taşımaması için, ellerini hemen yıkaması esastır. Ancak çoğu zaman başlangıçtaki tek bir ihmal bu kirin, belki de bir evin on - yirmi ayrı noktasına taşınmasına neden olur. Örneğin üzerindeki kıyafetlerle çok kirli bir yerden gelen ya da üzerine kirli su sıçrayan bir insan, üzerini değiştirmeden bir koltuğa oturduğunda ya da evin çeşitli yerlerine kıyafetlerini değdirdiğinde, bir anda zincirleme olarak pek çok yerin daha kirlenmesine sebep olmuş olur.
“Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin.” (Araf Suresi, 160) 
“Sana, kendilerine neyin helal kılındığını sorarlar. De ki: “Bütün temiz şeyler size helal kılındı.” Allah’ın size öğrettiği gibi öğretip yetiştirdiğiniz avcı hayvanlarının yakalayıverdiklerinden de -üzerine Allah’ın adını anarak- yiyin. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.” (Maide Suresi, 4)
Muminler-tahir2
Peygamberimiz (s.a.v.)’in Temizliği Tüm Müslümanlara Örnektir
Peygamberimiz (s.a.v.), müminlere temizliği çokça tavsiye etmiştir. Kendisi de temizliğine çok dikkat ederek müminler için en güzel örneği oluşturmuştur. Hz. Muhammed (s.a.v.) bir hadiste şöyle buyurmuştur:
“Şüphe yok ki Yüce Allah temizdir, temizliği sever. İkramı boldur, ikramı sever. Cömerttir cömertliği sever. Artık evlerinizin çevresini temiz tutun.” (Et-Tıbbün Nebavi S:216)
Peygamberimiz (s.a.v.) başka bir hadisinde de, çokça temizlenen müminlerin, kıyamet gününde de diğer insanlardan nurlarıyla ayrılacaklarını bildirmiştir:
“Benim ümmetim kıyamet gününde yüzleri parlak, elleri ve ayakları nurlu olarak haşrolunacaktır. Herkes gücünün yettiği kadar bu parlaklığı arttırsın.” (Hutbeler: Temizlik)
İlim bakımından her şeyi kuşatan Rabbimiz, her konuda olduğu gibi maddi ve manevi temizlik konusunda da kutlu elçisi Peygamberimiz (s.a.v.)’i Müslümanlara örnek kılmıştır. Tüm yaşamları boyunca Allah’a gönülden bağlı olan müminler de her işlerinde Allah’a yönelerek ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in temiz ahlakını örnek alarak ahiret hayatına hazırlık yapmalıdırlar. Her mümin için elbette tek bir amaç vardır o da Allah’ın rızasına, rahmetine ve cennetine kavuşmaktır. Unutulmamalıdır ki, müminler Allah’ın izniyle cennete de dünyadaki gibi tertemiz gireceklerdir. Yüce Rabbimiz bu gerçeği bir Kuran ayetinde şöyle bildirmiştir:
“Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri dedi ki: “Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin.” (Zümer Suresi, 79)
Muminler-tahir3
Kaliteli Bir Müslüman Temiz Olur
Dünyanın pek çok yerinde temizliği hiç önemsemeyen ve kirlilikten rahatsızlık duymayan pek çok insan da vardır elbette. Bu konuda adeta beyinlerini uyuşturmuş olan bu insanlar, ciddi bir zarara uğramadıkları takdirde, özellikle de görünmeyen kirlerin temizliği üzerinde hiç durmazlar. Aynı şekilde temiz olmaktan, temiz ortamlarda, temiz eşyalarla yaşamaktan da zevk almazlar. Kısacası hayatlarında ‘temizlik ya da kirlilik’ gibi bir fark ve temiz olabilme yönünde bir talep yoktur. Onlar için akıllarını yormaları gereken böyle bir konu sanki hiç yok gibidir. Önemli olan hayatlarını sürdürebilmeleridir; ancak bunu ne şartlarda sürdürdüklerini o kadar da önemsemezler. Bu kişilerin kimi zaman bahanesi ise kısıtlı imkanlara sahip olduklarıdır. Şaşırtıcı olan, bu durumun, geniş imkanları olan insanlar için de geçerli olmasıdır. Bazen dünyanın en zengin, en çok imkan sahibi bir insanı da, istediği anda çok temiz bir ortam ve çok temiz bir hayat standardı elde edebileceği halde, içinde böyle bir nimete karşı hiçbir istek duymayabilmektedir.
Bu durumlardan hiçbiri iman edenler için geçerli değildir çünkü temizlik, Allah’ın iman edenlere bildirdiği bir emridir. Allah, müminleri hem bedenen hem de ruhen temizlikten, temiz nimetlerden, temiz ortamlardan ve temiz bir hayattan zevk alacak şekilde yaratmıştır. İnsanlardaki akıl, vicdan ve dikkat açıklığının da ancak imanla birlikte gelişmesi, Müslümanların bu konuda çok titiz bir anlayış kazanmalarına vesile olur.
İmana dayalı bu bakış açılarından dolayı müminler için temizlik zevkle yerine getirilen bir ibadettir. Aynı zamanda da dünya hayatının çok güzel bir nimetidir. Allah’ın insanlara temizlenebilmeleri için su, sabun gibi imkanlar yaratmış olması; gelişen teknolojiyle birlikte, sürekli olarak temizliğin kalitesini daha da artıran çeşitli elektronik cihazların yapılması müminler için Allah’ın çok büyük bir rahmetidir.
Rabbimiz Kuran’da hem maddi, hem de manevi olarak temizlenenleri sevdiğini şöyle bildirmiştir: “Şüphesiz Allah, tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever.” (Bakara Suresi, 222)
Allah iman eden kullarına yaşadıkları mekanları da temiz tutmalarını emretmiştir. Hz. İbrahim (a.s.)’a vahyettiği bu emir, Kuran’da şöyle bildirilmiştir:
“Hani Evi (Ka’be’yi) insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kılmıştık. “İbrahim’in makamını namaz yeri edinin”, İbrahim ve İsmail’e de, “Evimi, tavaf edenler, itikafa çekilenler ve rüku ve secde edenler için temizleyin” diye ahid verdik.” (Bakara Suresi, 125)